Almanlar kendi yarattıkları krizde yanmaya devam ediyor. Meksika maçından sonra hedef tahtasındaki isim Mesut Özil. Eski efsane kaptanları Lothar Matthaus’un “Mesut’un Alman Milli Marşı’nı söylememesi benim için problem değil” deyip ardından “Meksika maçında marşın ardından Alman tribünlerini selamlamayan tek futbolcu Mesut’tu” diyerek onu hedef göstermesi de Türk asıllı oyuncuların üzerindeki baskının bir tezahürü. Cezayir asıllı Benzema Fransız Milli Marşı’nı söylemiyordu, sebebi ülke futbolunun efsane ismi Platini ile aynıydı. Michel Platini “Maça çıkıyordum, savaşa değil. Sevgi sözcükleri olsa okurdum” demişti zamanında. Blanc ve Cantona da milli marşı okumazlardı. İtalyan Milli Takımı’nda Arjantin asıllı Mauro Camoranesi de “Bilmiyorum o yüzden okumuyorum. Çocuklarım öğrendi, ben öğrenemedim” demişti. Mesut, marşı okumak zorunda değil, tribünleri selamlamaya gelince, onca gündür süren ıslıklar ve baskının ardından Matthaus’un anlamadığı; futbol aklını Alman Milli Takımı’nın emrine veren Mesut Özil’in bir kalbini olduğu… Kalbini kırdınız, farkında mısınız?
Harry Kane siyah kramponlar gibi
Oyunu icat eden İngilizler, Tunus’u 90+’da geçerken iki golü de atan Harry Kane müthiş gol sezgilerinin yanında sadeliğiyle de farklı bir futbolcu profili çiziyor. İngiliz tabloid medyasında sık sık rastladığımız, aşırı derecede alkol alan, gece kulüplerinde sabahlayan, alkollü araç kullanırken yakalanan, özel hayatlarını yönetemeyen onca yıldızdan sonra Harry Kane tam bir profesyonellik abidesi. Tottenham’nın golcüsü alkol kullanmıyor, gece kulüplerinin yolunu bilmiyor. Ada’nın en popüler erkeklerinden biri, genç, yakışıklı ama lise günlerinde tanıştığı Katie Goodland ile evlilik hazırlığı yapıyor. Publara gitmeyen Kane’nin en büyük hobisi gol ve evinin bahçesinde düzenlediği barbekü partileri. Vücudunda dövme yok ve saç modeli de yıllardır aynı. Son 20 yılda farklı desen ve renklerle üretilen kramponları değil, düz siyah kramponları sevdim ben. İngilizlerin en geç kaptanı Kane’nin karakteri bana o siyah kramponları hatırlatıyor…
Harry Kane’nin zirveye tırmanışı
2011: İngiltere 2. Ligi’nde ilk gol
2012: İngiltere 1. Ligi’nde ilk gol
2014: Premier Lig’de ilk gol
2015: İngiliz Milli Takımı’nda ilk gol
2017: Şampiyonlar Ligi’nde ilk hat-trick
2018: Dünya Kupası’nda ilk gol.
Neden bazen VAR bazen yok!...
VAR teknolojisine karşı olanlar da yavaş yavaş saf değiştirirken sorulması gereken şu: Video hakemler 33 kameranın kaydı üzerinden maçları izliyorlar. Bu yüksek standartı lig maçlarına her ülke getirebilecek mi? İkincisi futbolseverlerin kafasında oluşan soru işaretleri. Birçok maçta VAR odasından hakeme “Gel izle” uyarısı gitmedi. Örneğin İsviçre’nin golünde Miranda’nın itilmesi gibi. Sonuçta sahadaki hakemler inandıkları düdüğü çalıyorlar. Kendi kafalarına göre ya da futbolcuların isteğiyle tekrar izlemek için ekran başına gitmeleri mümkün değil. Burada görev VAR odasındaki düşüyor ama FIFA’nın uyarısı da maçların temposunu kaybetmemesi için mümkün olduğu kadar çok net pozisyonlar için hakeme uyarı yapılması. “Bazen VAR bazen Yok” diyenler bence şimdi haklı.
Ronaldo kötü ev sahibi mi?
Yakın geçmişte futbolu bırakıp yorumculuğa başlayanların anılarını dinliyoruz bu Dünya Kupası’nda. Manchester United’da Cristiano Ronaldo’nun gençlik döneminde takım arkadaşı olan Patrice Evra’nın şu anısını paylaşayım: “Cristiano size evine yemeğe çağırırsa gitmeyin. Ben bir kez gittim, masada salata, haşlanmış tavuk ve su vardı. Meşrubat bile yoktu. Ana yemek olarak et gelir dedim. Gelmedi.” Ronaldo’nun dillere desten müthiş profesyonelliğine dair güzel bir anı bu ancak Patrice Evra’nın bilmediği ama Google’da ararsa bulacağı şudur: Barbekünün başında Ronaldo ve kız arkadaşı… Tavuk ve salata Evra’ya özelmiş…